Açlığı, yalnız kendi büzülmüş midesinde değil, çocuklarının da büzülmüş karınlarında duyan bir adamı nasıl korkutabilirsiniz? John Steinbeck, Gazap Üzümleri
Hepinizde var biliyorum, bir şeyler yapmayı istiyorsunuz; ama anlamsız olduğunu düşünüyorsunuz ve sonra vazgeçiyorsunuz, yapamıyorsunuz. Sınav çalışmaya hazırlanırken, sınav harici her şeyi yapmak gibi. Bunalmışlık, çareyle karışık çaresizlik, bir “mış,miş,muş” gibilik. Sosyal Medya ruhunuzu ele geçiriyor sonra, anlık, saniyelik, düşüncelik gündemlerin içerisinde boğuluyorsunuz. Geç yatıyorsunuz, geç uyanıyorsunuz ve çok yemek yiyorsunuz. Hepinizde bir hasta olma korkusu, dünyadan vazgeçememenin o asil dürtüsü. Evin içi kalabalık; ama siz yapayalnızsınız. Nedense beyaz olduğu iddia edilen tavana bakarak, yalnız başına, boğularak ölme korkusu sarmış bedeninizi. Sabah, öğlen, akşam başka bir şey yok çevrenizde; habis bir Azrail elinde tırpanıyla kapının dışarısında öfkeli bir şekilde volta atıyor. “Hadi çık” diyor, “Çık Dışarı!”, “Tut ellerimden.” Ama kod kesin ve net: “Evde Kal, dokunma, maske tak, yaklaşma, uzak dur, evde kal, evde, evde, evde…”
Bir buhranı yaşıyorsunuz, 21. Yüzyılın buhranını ve hep beraber, tüm insanlarla, televizyon ve internet karşısında, gelecek kaygısı değil bu, “geleceğin” var olup olmayacağı kaygısı! Bu kaygının dışa vurumları ise her gün beyaz ve mavi ekranlarda gözümüze çarpmaya başlıyor. Gözüme en çok çarpan detay ise, paslanmış bir “green peace” tenekesi gibi biri tarafından sürekli tekmelenip önümüze düşen “hayvanlar bizsiz çok ama çok mutlu”, “bak sular artık ne kadar da temiz”, “geyikler yayılıyor”, “ayılar ne güzel şehre indi, ohh mis” düşünceler silsilesi.
Bu konuda şunu belirtmek isterim:Bir kere ayılar şehirden hiç çıkmadılar, yok yok ironi yapmıyorum (aslında biraz yapıyorum ama neyse). Şehir, köy, kasaba, mesken, mahalle, bunlar taksonomiye bayılan bizim türümüzün kendi arasında anlaşabilmek için kodladığı kavramlar, ayılar içinse bu kavramların hepsi anlamsız. Temel dürtülerini en rahat giderebileceği en bereketli bölgeler, kendi türlerinin devamını sürdürebilecekleri ve tehdit edilmediği her yer onlar için aynı. Yola asfalt dökmüş olmanız onun için hiçbir şey ifade etmiyor yoksa. Bizim şehir dediğimiz yerler türümüzün başarıyla işgal ettiği doğal alanlar sadece.
Yeis’e[1] kapılıp, insanlığın sonunun geldiğini düşünen melodram karakterleri için insansız çok daha güzel olacağını iddia edilen “doğa” ise; karmaşık yapılı memeli türü olarak sınıflandırdığımız “ayılar”, “tilkiler” ve “geyik”ler için hiçbir anlam ifade etmiyor. İnanın hiçbir “ayı” manzaraya bakıp ne kadar da yeşil, dur bir şiir yazayım diye iç geçirmiyor, ya da içtiği suyun tadından “haz” duymuyor, hele hele “keyif” hiç çatmıyor. Bu tarz düşünceler yine bizim “bilinç” kavramımızla diğer tüm canlıları insansılaştırmamızdan kaynaklı. “Ne zaman seni düşünsem, Bir ceylan su içmeye iner”[2] kadar hüsn-i talil[3] yani. Ben, 65 milyon yıl önce o devasa göktaşı yaklaşırken hasbelkader bizimkine benzer bilinç kazanmış bir dinozorun melankoliye kapılıp “bizsiz doğa ne kadar da güzel”, “umarım bir an önce yok oluruz” düşüncelerine gark olduğunu sanmıyorum.
Bizsiz daha güzel bir dünya, daha güzel bir tabiat olur melankolisiyle ruhlarımızı yüceltmektense doğaya verdiğimiz amansız tahribatın neden sonuç ilişkilerini anlayıp, doğanın bir parçası olduğumuz kabullenişi ve homo sapiens egoizmini bir kenara bırakıp, yaşamı, doğayı, suyu, toprağı, denizi düzeltmeye çalışmanın zamanının geldiğini anlamalıyız. Teknolojinin el verdiği ölçüde doğaya en zararsız yapıya bürünmek için önce kendi türümüzden başlayarak, türümüzün zayıf yaşam şartlarına sahip üyeleri için eşit ve akılcı bir dağıtım mekanizması kurmalıyız. İnanın günümüz teknolojisi big datalar, evrimsel algoritmalarla kendi kendine öğrenebilen yapay zekalar, nesnelerin kurgusal iletişimi, nanoteknoloji, genetik, modern kimyanın tamamı, yenilenebilir enerji, hatta sil baştan kurgulanan fosil enerji vb. hepsi ama hepsi bu amaca hizmet edebilir ve başarılı da olabilir. Şu an yaşadığımız süreç bunun ilk sınavı, kendi bireysel ve toplumsal egolarımız mı ön plana geçecek; yoksa küresel bir bilinçle yaşam sınavının bulduğumuz cevabını birbirimizle paylaşacak mıyız?
Endüstri 4.0’mı Reset mi?
John Steinbeck 1929 Buhranında tarım işçilerinin göçünü, işsizliği, yoksulluğu, cinayetleri, dini ve yozlaşmayı anlattığı muhteşem eseri Gazap Üzümlerinde temel olarak 2011 yılından beri özellikle seçim dönemlerinde ülkemizde de ara ara gündeme gelip sonra pat diye yok oluveren “Endüstri 4.0” kavramının öncülleri olarak addedilen “Endüstri 1.0”’dan “Endüstri 2.0”’a, yani insan gücüne dayalı tarımdan, makineli tarım ve seri üretime geçiş sürecinin insan yaşamına ve ekonomiye etkilerini müthiş, akıcı bir şekilde anlatmıştır. Varlığından emin olmadığımız geleceğin ne getirebileceğini anlamak için okunulmasını aşırı derece de önerdiğim kitaplardan biridir.[4]
Kısaca Endüstri 1.0 Buhar Makinelerinin çağı olarak değerlendirilebilir, Petrol ve türevleriyle çalışabilen motor ve makine teknolojilerine geçiş dönemi ise Endüstri 2.0 olarak adlandırılıyor. Endüstri 3.0 ise şu an içinde bulunduğumuz 1970 ve sonrası dönem olarak ele alınabilecek, seri üretimden kitlesel üretime geçişin olduğu ve otomasyon teknolojilerinin yaygınlaştığı az insan çok üretim modeliyle iş gören, iletişim ve bilişim teknolojilerinin de paralelinde gelişmesiyle var olan bir dönem olarak değerlendirilebilir. Bilişim çağında yazılımcıların yeni geliştirilen program ya da oyunlara vermiş olduğu numaralandırma yöntemiyle yapılan 1.0, 2.0, 3.0 gibi kavramlar sadece eğlenceli bir dönemsellik ve “matrix” gibi popüler kültür ikonu cyber punk içerikli techno-noir’lere yapılan bir göndermeden ibaret; yoksa Endüstri 2.2 versiyonu ya da Endüstri 3.4 gibi kavramlardan söz etmek pek mümkün değil.
2011 Yılında Almanya Hannover Messe’de sanayinin el kitabını yazan ve gururla Alman milli marşını söyleyen “Kuka, SAP, Siemens PLC, Lenze, Festo, Sew Eurodrive, SICK” gibi firmalarının şovları esnasında tanıştığımız “Endüstri 4.0” kavramı, o günden bu yana dimağlarımıza bir “mıh” gibi işlendi ve nev-i şahsına münhasır “uzman”lar tarafından kısaca “ışıksız kendi kendine üreten fabrika” olarak anlatıldı. Aslında bana göre hep yanlış anlatıldı ve hala da yanlış anlatılmaya devam ediliyor. Yukarıda ismini saydığım ve bir araya gelseler Voltron’u oluşturabilecek bu Alman firmalarının Endüstri 4.0’dan anladığı bana göre “ışıksız kendi kendine üreten fabrika” dan ziyade “insansız(!), kendi kendini yenileyebilen, geliştirebilen ve öğrenebilen akıllı fabrika”. İşte hepinizin kafasında şimşeklerin çaktığını ve bu şimşeğin enerjisiyle ampülün yandığını hissedebiliyorum, evet necip milletim “insan yok” eşittir “Endüstri 4.0.” O yüzden bu kavram bir olmuşluktan ziyade bir özlem, bir hayal, bir gelecek vaadi içeriyor.
Kaynakların %100 verimli kullanılabildiği, sıfır hataya dayalı, sorunsuz planlama ve dağıtımı içeren hiper bir beyin gibi çalışan komplike bir sistemler bütününden bahsediyorum ve bu noktada insan kelimesinin bir harfi bile geçmiyor. Aslında geçiyor, ama Endüstri 3.0’ın Endüstri 4.0’ı optimize edilmiş bir şekilde ürettiği ve teslim ettiği gün var olan insan eli değmiş son yazılım parçasının kaynak kodunda ve bunu sadece bir sonraki yazılımları yazacak yazılımları yazan “Ana Yazılım ya da Mimar” bilecek. Ama kesin olan bir şey var Endüstri 4.0’a tam olarak geçildiğinde tüm sistem reset’lenmiş olacak.
Daş mı Yiyelim Toprak mı?
Bu nedenle Endüstri 4.0’ın küresel anlamda tam olarak gerçekleştiği an üretim anlamsızlaşıyor diye düşünebilirsiniz; işte tam da bu nedenle “evrensel gelir” teraneleri fazlasıyla konuşulur oldu. Özellikle ele alınan husus “no human, no touch, no light” üretim tesislerinden özel vergilendirmelerle insanlığa eşit ve verimli bir gelir dağılımı sağlanacağı yönünde. İnsanlık tarihinde bu geçiş süreçlerinin gayet sancılı olduğunu çok net bir şekilde görebiliyoruz; ama bu geçiş sürecinin optimuma erişebileceği süre bana göre en az 50 yıl civarı olacaktır. Ayrıca “Mavi Yakalı” işlerin bitmesinin hızlı olması durumunda, tıpkı buharlı makinelerden, seri üretime dayalı petrol yakıtlı motorların çağına geçildiğinde olduğu gibi büyük demografik hareketlerin ve kısmi felaketlerin yaşanması da gayet olası. Yapay zekâ tarafından yeni bir “Gazap Üzümleri” yazılabilir mi bilemem; ama çocuklarımızı, torunlarımızı ve bizleri farklı bir dönem bekliyor.
Örneğimiz Gazap üzümlerinin geçtiği Amerika Birleşik Devletleri özelinde değerlendirirsek, Büyük buhran sonrası küçük çaplı çiftçilik bitti ve insanlar şehirlere göç ederek farklı iş kollarını yarattılar, insan bazlı bir sistemden bahsediyoruz ve insanların yeni iş kollarını kısa vadede olmasa bile uzun vadede yaratmaları gayet normal. Örneğin ilk zamanlar bordro ile uğraşmayan; ama robotların, sensörlerin bakım ve onarımından sorumlu personelin iş verimiyle ilgili anketleri hızlı değerlendirmek için anket okuyabilen bir yazılım yapan insan kaynakları uzmanları gibi daha spesifik meslek dalları oluşacaktır. Daha sonra bu yazılımı yazan yazılımlar üretileceği ve sensörler ile robotları tamir edebilen robotlar imal edileceği için o meslek dalı da yok olacaktır; fakat belirli bir süreliğine istihdam oluşturacaktır. Güncel meslek kodlarının uzmanlaşma gerektiren alt dalları daha cazip ve istihdam yaratır bir hale gelebilir. Sadece çocuk depresyonuyla ilgilenen psikolog, sadece AB ve BR Exit İş hukukuyla ilgilenen avukat, yüz nakli uzmanı cerrah doktor vb. gibi meslekler oluşacaktır.
Bunun yanında Yapay Zeka, Makine Öğrenmesi, Otonom Sürüş, Sanal Gerçeklik(VR), Görsel Gerçeklik (AR), Alternatif Enerji, Veri bilimi ve Veri Güvenliği gibi alanlar Endüstri 3.0’dan 4.0’a geçiş sürecinin bel kemiği uzmanlık alanları olacak gibi görünüyor. Ama bu tarz mesleklerin bugünkü CNC operatörlüğünden çok fazla farkı olabileceğini düşünmüyorum, önümüzdeki 15-20 yıllık kısa vade sayılabilecek bir süreçte önemli olacak olsalar bile 20. Yıldan itibaren bu alanların pek çoğunda özellikle yapay zekâ ve makine öğrenmesi sayesinde bizzat “yapay zeka” nın kendisi egemenliği alacaktır. Bu nedenle bu alanların ülke politikasında yeri önemli olsa da Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi 10 dolara GIG Yazılımcıların bir tık uzağımızda olduğu ülkelerden de outsource hizmet almak git gide kolaylaştığı için yazılımcılığı top yekün seferberlik ilan edilecek bir alan saymanın doğru bir adım olduğunu düşünmüyorum.
Endüstri 4.0 ve Eşit Dağıtım
Endüstri 4.0’ın insan gücünün anlamsızlaştığı şu salgın günlerinde fabrikatörlerimizin iştahını kabarttığını tahmin edebiliyorum. Lakin bu durumu sahip oldukları işletmelerin daha devasa ve rakipsiz işletmeler haline getirebileceği hayalini şimdi yavaşça ve sakin bir şekilde yerine koymanızı öneriyorum. Endüstri 4.0’a Isaac Asimov’u yanlış okuyan Hollywood sayesinde bir korkulu bir makine imparatorluğu distopyası olarak yorumlayabiliyoruz; lakin tam tersi muazzam sonuçları olabilir[5].
- Büyük işletmeler kaynak planlamasında ilk zamanlar başarılı olacaklar, lakin tıpkı NASA’nın ürünlerinin bir zaman sonra işporta tezgahında satılır hale gelmesi gibi, Endüstri 4.0 oyuncakları da ucuz ve herkesin ulaşabileceği ürünler haline gelecek ve benim naçizane fikrim hiper mega devasa üretim fabrikalarının sonu gelecek. Ufak tezgahlarda yerel oyuncular yapay zekâ destekli, 3 boyutlu yazıcılarla hem de çok ucuza ürünler üretebilecekler. Güneş Enerjisi sektöründen bahsedersek “Özenerji FV Elektrik” yerel firması, hatasız ürün çıkartabilen tezgahında ya da yazıcısında yüksek verimli panelini basabilecek. (Kısa Vade-2030) Ya da “portatif füzyon reaktörünü” garajında üretip, satabilen yeni yetmeleri görebileceğiz. (Çok Uzun Vade)
- Ucuz ve vasıfsız işçilik tarihin tozlu raflarına gömülecek, çünkü zaten tamamını makineler yapacak. Üretimi kusursuz, firesiz yapan ve otomatik atık geri dönüşüm sistemine sahip bu tarz bir sistem için gayet beklenebilen bir sonuç.
- Fakat İşsizlik insanlık için ilk zamanlar maksimum bir noktaya eriştikten sonra optimize edilmeye başlanacak, işsizliğin yaratacağı sosyal dalgalanmaları elimine etmek için büyük fonları ve geçici olarak oluşacak devlet regülasyonlarını (Tam bu noktada işsizlik Fonu, SGK devreye giriyor) göreceğiz. Hızlı adapte olamayan devletler ve ekonomiler acı içinde kıvranırken, hızlı geçişini tamamlayan devletler bu devletlerin imdadına (IMF) yetişecek.
- Sisteme geçişin hızlanmasıyla birlikte işçi maaşı, aydınlatma gideri, mola, yemek, işçilik hatalarından kaynaklanan fire, stopaj, büyük mekân, personel servis gideri, yönetimsel diğer giderleri (müdürün müdürünün müdürü) olmayan ürün fiyatları haliyle düşecek, ekmek 1 lira iken 25 kuruş olacak, alım gücü düştüğü gibi fiyatlarda düşecek.
- Bu radikal değişimlerin tam oturması için eğitim sistemleri kökten değişecek ve bant üretimine yönelik, ip gibi sıra sıra dizilerek ve birbirinin ensesini görmeye alışık bir şekilde eğitilmeye alışık insan nüfusu farklı bir eğitim sistemiyle karşılaşacak. Uzaktan eğitim sistemleri standartlaşacak.
- Teknolojinin hızlı değil çok hızlı ilerlemesi nedeniyle genç eğitimli insana daha fazla ihtiyaç duyulacak, yani nüfusu yaşlı bir devlettense genç ve gelişen medikal teknolojisiyle artık daha geç yaşlanan, gri beyin hücre sayısı yüksek nüfusa ihtiyaçta önemli derecede artacak. O yüzden dünya nüfusunun bir zaman sonra optimize olması durumunda nüfusun beyin yaşını genç tutması gerekecek.
- Şehirden köye, kırsala doğru göçün başlaması bir diğer önemli olasılık. Özellikle işçilerin ve küçük sermayedarların kira, yaşamsal avantajlar nedenlerle kırsal tercihi söz konusu olabilir. Hatta ilk zamanlar işini kaybedenlerin ilk tercihi, kırsalda bulunan tesislerin (genelde tarım) insan gücüne muhafazakâr bağlılığı nedeniyle kırsal yörelerde bulunan iş olanaklarına doğru göç etmeleri olabilir.
- Ulaştırma, lojistik ve iletişim inanılmaz önemli bir pozisyon elde edecek. Kısa vadede Lojistik 4.0 normlarıyla yönetilen depoların sayısı artmaya başlarken, uzun vadede otonom paketleme, otonom sürüş, tam optimize tedarik zinciri vb. yöntemler sayesinde kırsal noktalara doğru dağıtım zincirleri oluşacak ve Erzincan, Refahiye kırsalından Avustralya’da bir fabrikaya, Pakistan’dan tedarik edilen hammaddelerle parça üretimi yapılıp ürün gönderimi kısa sürelerde tamamlanabilecektir.
- Bankacılık, ofis hizmetleri vb. gibi alanlardaki iş imkanlarının özellikle vasıfsız asistan hizmetlerinin sonu gelecek. Kısa vadede şube sayıları azalan bankalar, uzun vadede tamamen şubesiz bankacılık sistemlerine geçecek.
- Kod yazmak ilk zamanlar en değerli ve vasıflı iş alanlarından biriyken makine öğrenmesi ve yapay zekâ teknolojisinde ilerleme sayesinde kod yazabilen yazılımlar ile belirli bir süre sonra gayet anlamsızlaşacak. Bilgi ve yaratıcılık geleceğin toplumuna yön veren en önemli kavramlar haline gelecek.
- Hammadde en değerli şey haline gelecek. Bir maden sahası, tarım arazisi, sera sahibi olmak, şehirde rezidanslar sahibi olmaktan daha değerli hale gelecek. Toprak yeniden değerlenecek.
Salgın ve Sonrası
Tabi bu olumlu düşüncelere yönelik itirazlarda söz konusu olacaktır, özellikle bizim güzel milletimizin kendini hakir görmeye alışkın bünyeleri; ülkemizdeki en kurumsal firmaların bile uluslararası standartların üzerinde kaynak planlaması yazılımları ile dahi hala stoklarını takip edemediğini, barkod sistemlerinin çöktüğünü, yeni kimliklerimize entegre edilmiş RFID çiplerinin ne olduğunu bile bilmediğini ve bu firmaların ürettiği malzemenin ürün reçetesine bile hakim olmadığı gibi ağır eleştirilerde bulunabilir. Kendi naçizane iş deneyimim de gayet bu düşünceleri doğrular nitelikte; ama işte kimsenin öngöremediği ilginç bir dünya haline geldik geçtiğimiz 4 aylık dönemde. Yukarıda saydığım yok o kadar da olmaz dediğiniz her şey bir anda gerçekleşmeye ve gerçekleştirilmesi için çalışmalara başlanıldığını gördük. Çin’de hastalığın yazılımlar, uygulamalar ve hızlı istatistiki yazılım düzenlemeleri ile kontrol altına alındığı, wechat denilen uygulamayla “hasta renk koduna” sahip kişilerin toplu yaşam alanlarına giriş-çıkışlarının kontrol edildiğini ve bir nevi teknoktratik devlet yapısıyla hızlı bir şekilde hastalığın stabil hale getirildiğini gördük. Bunun yanında çalışmazsa, dışarı çıkmazsa kendini kaybeder, sosyal patlamalar yaşar dediğimiz insan toplulukları medyanın ve Azrailin gücüyle sadece birkaç günde ev karantinalarına alındı. Tüm devletler olmasa bile birçok “büyük” devlet milyarlık fonlar yaratarak “evrensel gelir” benzeri uygulamaları denedi, çalışamayan nüfusa resmen para dağıttı. Sürdürülebilirliği tartışılır bir dönem içerisindeyiz; ama bu işin uzaması durumunda da otomasyon sistemlerine sahip Endüstri 3.0 firmalarının, Endüstri 4.0 firmalarına evrilmesi gayet olağan bir durum olacak. İnsan işgücünün evden çıkamaması ya da çıksa bile hastalanması durumunda zorunlu bir “Gazap Üzümleri” serüveni başlayacak ya da başlamayacak.
GES 4.0
Endüstri 4.0’ın FV Güneş Elektriğine yansımalarına baktığımızda ise dikey entegrasyona geçmiş birçok tesiste daha az insan daha hızlı ve firesiz üretim metodlarının başlamış olduğunu görüyoruz. Perovskite malzemesinin de önlenemez yükselişi ile kaynak verimliliğini en yüksek mertebeye çıkartabilecek doğal bir hammadde seleksiyonu yaşanabilir. Özellikle hammadde konusunda silisyuma bağlılığı sonlandırabilecek bu durumla birlikte lokal pazarlarda merdiven altı hücre üreticilerini görmek mümkün olabilecek ve FV hücre üretimi bir ağır sanayi yarı metal ürünü olmaktan çıkarak basit sanayi teknolojisine dönüşecek diye düşünüyorum. FV Güneş Paneli ve FV Hücre üretimi aslına bakılırsa Endüstri 3.0 tanımlamasında, Endüstri 4.0 normlarında üretim yapılmasına en müsait teknolojilerden biri sayılabilir. Robotik Dizgi üniteleri ve sensör dinamikleri uzun yıllardır bu üretim proseslerinde yaygın bir şekilde kullanılmakta, lakin kimsenin resmi anlamda Endüstri 4.0’a geçtik biz, bakın ışıkları kapattık üretiyoruz diyebileceği bir üretim prosesi ilanı şimdilik yok. Robotik dizgileme üniteleri, otomatik sensörlü taşıyıcı bant sistemleri, otomatik lehimleme, otomatik laminasyon, otomatik çerçeve presleme ve otomatik paketleme gibi Silisyum temelli FV panel üretiminde kullanılan teknolojilerin demode olmaya bile başladığını söylemek mümkün, çünkü standart otomasyon kalıpları içerisinde sürekli insan gücüne ihtiyacı olan yapılar bunlar.
Ama işte birçok kişinin Endüstri 4.0 kavramında anlamadığı nokta “sadelik ve basitlik” ve “esneklik” kavramları. FV Panel üretiminin otomasyondan çıkıp sade ve esnek bir hale gelebilmesi için öncelikle kaynak verimliliği yüksek bir hammadde devriminin yaşanması ve örneğin ofislerde kullandığımız mürekkep yazıcı benzeri bir cihazdan FV panel üretiminin yapılabilir hale gelmesi gerekli. Tabi iyi kötü sektörü takip edenler buna yönelik denemelerin ve özel ürünlerin ortaya çıktığını duymaya görmeye başladılar. Endüstri 4.0’ın FV Panel üretimi gibi sektörlere sunacağı en büyük hediye işte bu sadelik olacaktır.
Az sonra anlatacaklarım Televizyon ilk çıktığında radyonun yerini tutmayacağını, internetin faks, posta, telefon gibi sistemlerin yerini tutmayacağını düşünen insanlara gülünç geldiği gibi kimilerinize gülünç gelebilir; ama Antalya gibi bir ilimizde 1m²’de 1750Wh anlık enerji üretimi yapan FV paneller bir yazıcıdan çıktı alınarak üretilebilir hale gelebilir.
Bilim Büyüsünün mucizesi de bu işte. 2001 Space Odyssey kitabının yazarı Artur C. Clarke’in söylediği gibi “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez” hale gelebileceği için şimdilik yakın zamanlı olabilecekleri de kısaca anlatıp GES 4.0 hikayesini neticelendirmeye çalışayım.
Öncelikli olarak silisyum temelli panel endüstrilerinde insansız üretim yöntemleri hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başlayacak, kaynak yönetimi ERP/MRP programlarıyla stokları tutturamasalar da yazılımcılara kıyısından köşesinden aşina olan sektör bir anda Yapay Zeka, Makine Öğrenmesi, Nesnelerin haberleşmesi, Sanal gerçeklik, AI/AR destekli Görsel kontrol işleme, Veri yönetimi, RFID vb. sistemlerin kullanımına yönelik yazılımcılarla dolup taşacak ve makine modernizasyonuna yönelik para harcamaya başlayacak, tevsi yatırım yapamayanlar zaten piyasa şartlarından dolayı (ölçek ekonomisi, arz fazlası, salgın kaynaklı talep yoksunluğu gibi) fiyatları dip yapmaya başlayan ve kar marjı düşen sektörden birer birer silinecek. Tabi reaksiyon kısa sürecek Hintli yazılımcılar ve Çinli makine üreticilerinin karantina günlerinde can sıkıntısıyla yazmaya/üretmeye başladığı ucuz yönetim sistemleri yazılımları ve makineler basit ara yüzleriyle piyasaya düşmeye başlayacak; tam bu esnada hammadde devrimleri birer birer başlayacak, artık FV panellerde bakır bara (busbar) teknolojisinin yeryüzünden silindiğini, laminasyon gibi buhar makineleri zamanından kalma teknolojilerin anlamsızlaştığını ve o devasa fabrikaların birer birer kapanıp, yıllık 1000MW’ların gayet 500-1000m²’lik depolarda üretilebileceğini göreceğiz. Bu nimetlerin ilk hallerini dünyaya sunan ve reklamlarını memnuniyetle yaptığım “Kuka, SAP, Siemens PLC, Lenze, Festo, Sew Eurodrive, SICK” gibi firmaların “çakmaları” sayesinde merdiven altı robot teknolojileri, 3D yazıcılar, SAP’den daha kanlı canlı kaynak planlama yazılımları (MRP/ERP) derken ortalık toz duman olacak.
Bu arada EPC firması gibi bir kavram pek kalmayacak, EPC’nin E’si Engineering(Mühendislik) az biraz anlam taşırken, anlamı verimli enerji depolama ve enerjinin doğru şekilde yönetiminde rehberlikten ibaret olmaya başlayacak. Zaten invertörlerin yapay zekâları tüm işi ele aldıkları için muhtemelen mühendislerin baya bir boş zamanı olacak. Bakım ve İşletme hususlarında etkin olabileceklerini düşünüyorum, bunun dışında montaj basit bir halı serme operasyonu ya da lego dizer gibi kiremit döşeme operasyonuna döneceği için açıkçası mühendisler teknisyenlik ya da düz işçilik görevlerini de seve seve yapmaya başlayacaklar. Enerji tüketici cihazlar, elektrikli otomobiller vs. derken enerji ihtiyacı muazzam boyutlarda artarken, enerji üreteçleri yetersiz kalacak ve daha eksantrik bireysel ve endüstriyel güneş paneli modelleri göreceğiz.
Neyse sanırım fazla ahkam kesmenin ve futuruma ya da jetgil senaryoları yazmanın pek bir manası yok, gördüğüm tek bir şey var, “gelecek” var olduğumuz müddetçe şimdiki zamanımız olmaya devam edecek ve gelecek konusunda ümitsizliğe kapılmanın pek anlamı yok. Ben insanoğlunun doğaya daha minimalist bir yaşam tarzıyla ayak uyduracağına ve geleceğin korkulandan çok daha güzel olacağına inanan biriyim, ama dün, bugün ve yarın hayat bizlere hem gazabını sunarken, hem de tatlı cennet üzümlerini sunmaya devam edecek, bundan kaçışın olmadığını biliyorum.
[1] YEİS: umutsuzluktan doğan karamsarlık
[2] İlhan Berk, “NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM NE BÖYLE AYRILIKLAR”
[3] Hüsn-i Talil: Asıl nedeni bilinen bir olayı daha güzel bir nedene bağlayarak anlatma sanatıdır.
[4] “Fareler ve insanlar” kitabı beni kitaplara ve edebiyata bağımlı kılmış başka bir şaheseridir.
[5] Bu Maddeler hazırlanırken linkteki görüşlerden esinlenilmiştir: https://eksisozluk.com/entry/67843145