“Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız.” 1984, George Orwell
Her şey bir öksürükle başladı. Pazar yerinde egzotik tatlar arayan ya da zaten yıllardır o tatlara alışkın insanların arasından bir kişi elini ağzına götürmeden basitçe öksürmüştü. Kimliği bilinmeyen ve muhtemelen de hiçbir zaman öğrenilemeyecek bu kişi 11 Kasım 2019 tarihinde genzine dolan baskı hissiyle öksürmüş ve 4 ay sonra dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde görülen bir salgın başlatmıştı.
Tüm dünya ekonomisi kısmi olarak duraklamış, birçok ülkenin birbirlerine olan sınırları kapatılmış, uçuşlar durdurulmuş, İran Amerika gerginliği bir anda bitmiş, Mülteci sorunları unutulmuş, silah ve savunma sanayinden çok nasıl el yıkanır konuşulmaya başlanmış, #Evdekal #stayathome etiketleri tüm dünyayı süslemiş ve resmi olmayan bir olağanüstü hal ile bir çok ülkede sıkıntılı bir yönetim süreci başlamış, insanlar evlerinden çıkmamış, okullar kapatılmış, uzaktan eğitim ve beyaz yakalının hayali “home Office” keyfi ile uzaktan çalışırız ve dijitalleşiriz goygoyları başlamış, çocuklar okul ve AVM’lerin “konforlu” alanından çıkartılıp 90-150 m² arası evlere tıkılarak “evde etkinlik” kavramları ve çizgi filmin gücü tekrar keşfedilmiş, tuvalet kağıdı tarihte hiç görmediği değeri görmüş, evde ekmek yapımı internet video izleme sitelerinde en çok ziyaret edilen videolar sıralamasına girmiş, teyzelerin eskiden altın günlerinde “yok yok ben almam” nidalarıyla burun kıvırdıkları limon kolonyası hak ettiği değeri yeniden bularak hijyenin baş unsuru olarak kapı girişlerindeki yerini almıştı. Ekonomi yavaşlamış, sadece perakende gıda sektörü, temizlik ve maske yapımına yönelik plastik sanayi ile kısmi olarak ilaç sektörü popülerliğini yitirmemişti. Sahte dezenfektan ve maske üreticilerine yapılan baskınlar, ülkeler arası maske savaşları, ağır sanayi üreticilerinin maske ve solunum cihazları üreticiliğine soyunması da cabasıydı.
Enerji piyasalarında durum pek iç açıcı değildi, Starbucks’dan Latte-Tall’un varili 580$/v, Migros’tan Erikli suyun varili 40$/v, yılların “siyah altını” brent ham petrol 26$/v[1] olmuştu. Kimse araç sürmek şöyle kalsın, evden kafasını çıkartmağı için trafik polisleri can sıkıntısından olsa gerek kaldırıma iki tekerleğini koyan araçlara ceza kesmeye başlamıştı. 1929 buhranından sonra tarihin en büyük krizine sadece bir öksürük sayesinde girmiş olan dünyada sabahtan akşama kadar tek konuşulan bu habis hastalık olmuştu.
İşte tam bu sıralarda Beyaz yakalı işçi olduğunu unutmuş, sanırım kendilerini strateji ve iş dünyası dehası olarak gören devasa holdinglerinin CEO’larının pijamalarıyla oturup bilgisayar başından “dünya dijitalleşiyor, sıkı durun”, “robotlar geliyoeere”, “uzaktan çalışiyik”, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz” gibi bana göre işin mahiyetini ve ciddiyetini anlamayan, komik yorumlarını okuyarak ve 3 yaşındaki oğlumu plastik topla eğlendirerek vakit geçiren ben naçizane Allah’ın kulu bir süreliğine gerek motivasyonsuzluk gerekse de ne olacak bu memleketin hali modundan çıkamadığım için yazmaya ara vermiş idim. Muhtemelen bizim ufaklık tam yazı yazarken kafama balon ya da top fırlatacağı için yazılarımı kısa tutmaya ve güncele yakın köşesiz yazılar yazmaya çalışacağım.
Hasta sayısının dünya çapında 1 milyonu aştığı bu korkunç hastalığın yarattığı yıkımın Türkiye fotovoltaik güneş enerjisi sektöründe yaratacağı tahribatı kendi çapımda yorumlamaya çalışacağım.
Mini YEKA: Bu Ay Değil, Sonraki Ay Değil, Öteki Aya İnşallah mı Acaba?
Öncelikle aylardır her ay “işte bu ay” çıkacak denilen 10MW’lık Mini YEKA ihale yarışmalarının yapılabilmesi için son düzlüklerden biri olan “yarışma ihalelerinde” tavan fiyatta uygulanacak para birimi olarak yerli ve milli paramız Türk Lirası belirlendi ve 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’a işlendi. Yani basit bir yönetmelik değişikliğinden ziyade; artık karşımızda YEKA’ların gelir desteğine yönelik resmi para birimi olarak bir KANUN maddesine ait cümle mevcut:
“Yenilenebilir enerji kaynak alanlarında kurulacak üretim tesisleri için Bakanlık tarafından Türk lirası olarak belirlenecek tavan fiyat üzerinden teklif edilecek en düşük fiyat, söz konusu yenilenebilir enerji kaynak alanı için yarışma şartlarında belirlenecek süre boyunca YEK Destekleme Mekanizması kapsamında uygulanır.”[2]
Bu düzenlemelerde göze çarpan başka bir detay ise YEKA olarak belirlenen sahalar şayet özel mülkiyete konu ise acele kamulaştırma yapılabileceği “kanunlaştırılmış” olduğu gerçeği olacaktır. Ben yine de başka şahısların tarlasına, bağına bahçesine 10MW GES kuracağım diye devletle el birliği yapılmasındansa milletle söz birliği yapılarak bu işe uygun tarımsal hiçbir faaliyete uygun olmayan sahaların (marjinal kuru tarım arazisi dahi) tercih edilmesi taraftarı olduğumu defaatle belirtmek isterim.
YEKA ihalelerine yönelik böylesine gecikmiş bir kanun değişikliğinin neden şimdi yapıldığı ve neden YEKA ile ilgili yönetmelik çıkmadan önce veya aynı zamanlarda yapılmadığı sorusu akıllara gelse de “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime” demekten başka bir çare gelmiyor elden.
Bunun yanında aynı Yasama paketinde EPDK’nın yenilenebilir enerji desteklerine yönelik uygulanacak tarifeleri belirleyecek ve YEKDEM’e ait diğer gelirleri değerlendirilmesine yönelik usul ve esasları belirleyecek bir yönetmeliği çıkartması gerekliliği kanunlaştırılmış oldu. Bu hazırlanacak yönetmeliğin halihazırda var olan “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Belgelendirilmesi ve Desteklenmesine ilişkin Yönetmelik” mi olacağı yoksa başka yepyeni bir yönetmeliği mi işaret ettiği şimdilik meçhul.
Sonuçta her ne kadar sayın Bakan’ımız tarafından Mini YEKA için “2020’nin ilk yarısında ilk yarışmamızı gerçekleştireceğiz. Yaklaşık 40 şehrimizde, 10-40 megavat arasında değişen güneş projelerimiz olacak.”[3] Şeklinde 10 Mart tarihli bir açıklama olsa da bugün itibariyle gelinen noktada biraz daha askıya alınabileceği ve daha sakin ve rahat bir ortamda kamuoyuna sunulacağını düşünüyorum.
Temiz Enerji Aboneliği
Bu yasama paketinin tüketicileri ilgilendiren kısmı ise artık “temiz veya yenilenebilir enerji” abonelik grubunun “seçilebilmesi” için bir düzenlemenin var olmasıdır. Artık tüketiciler talep etmeleri durumunda yenilenebilir enerjiyi desteklemek için söz konusu tarife grubunu tercih edebilecekler. Tabi bunun nasıl sağlanacağı, tercih edilen tarifenin diğer tarifelere göre daha cazip olup olmayacağı, Epiaş, TEİAŞ ve Dağıtım firmaları ile ikiz kardeşleri perakende satış firmalarının bu konuya yönelik ne tür bir çalışma yapmaya başladığı şimdilik kimsenin cevaplamayacağı sorular olarak kalacak.
Çatı mı, Maske mi?
Lisanssız Güneş Enerjisi santrallerinin odak noktası üretim ve tüketim yerleri aynı yerde olan çatı üzeri güneş enerjisi santrallerinin yaratacağı düşünülen muhteşem iş hacminin ekonomik belirsizlik ve hatta ekonomik depresyon sinyalleri verilen bu dönemde farklı bir hale gelebileceğini ön görmemek için kör olmak gerekiyor sanırım. Kapitalizmin çarkları bir anda durduğunda mutlaka kırılır, bu nedenle her şey normalleştiğinde çarkın tamiri uzun sürecektir. Özellikle başta Çin’in kendisi olmak üzere kimse tarafından yüksek sesle söylenmese de Çin ekonomisinde yarattığı ve halen süren tahribatın etkilerini Güneş enerjisi sektöründe önemli oranda hissedebileceğimizi ön görüyorum. Özellikle maskelerin çıkartıldığı, hastalığın kontrol altına alındığı güzel PR çalışmalarıyla iddia edilen Çin’de bugün en benim diyen panel üreticisi firmanın makine satın aldığı üreticiden makine yerine maske sipariş edilebileceğini bilen herhangi bir tacir durumun vahametini gayet net bir şekilde anlayacaktır.
Tabi enerji üretimi açısından bakıldığında genel olarak insanın bakım ve işletme yönünde istihdamının az olduğu bir sektör olması nedeniyle Çin’de ki karantina dönemi verileri enerji üretimi yönünden salgından en az etkilenen kaynağın “Güneş enerjisi” olduğunu söylüyor. 2019 yılında Çin’in Enerji Kurulu Güç kapasitesine eklenen 30GW FV GES sayesinde 2020’nin ilk 2 ayında diğer tüm elektrik enerjisi üretim kaynaklarında bir düşüş görülse de Güneş’ten elektrik üretiminde %12’lik ilginç bir büyüme söz konusu olmuştur.[4] Bu enerji üretimindeki büyümenin kömür santralleri gibi termik santrallerde karantina kaynaklı işgücü ve tedarik sıkıntıları yaşanırken, GES’lerde ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarında bu durumun gerçekleşmesi pek olası değil.
Yine de %8,2’lik genel enerji üretiminde düşüşle Çin Sanayisinin önemli bir oranda etkilendiğini görebiliyoruz. Çünkü Çin karşısında hastalıkla cebelleşen müşterileri var olduğu müddetçe dünyanın en sağlıklı ülkesi dahi olsa bugüne kadar sürdürmüş olduğu ekonomik performansı içsel kaynaklara ve iç tedarikçilere dönerek sürdüremeyecektir, özellikle ihracat şampiyonu olduğu fotovoltaik güneş enerjisi sektörü gibi sektörlerde “mücbir sebep” kaynaklı ihale iptali olasılıkları, taahhüt aksamaları, montaj süre uzatımları, tedarik gecikmeleri sektörün daralmasına ve çöküşlere yol açabilecektir. Sermayenin durgun ekonomik koşulları ne kadar süre taşıyabileceğinin soru işareti olarak işaretlendiği şu günlerde, maske savaşlarından çatının üzerine konulacak güneş panellerine sıra gelmesinin pek mümkün olmadığı iddia edilebilir.
Diğer taraftan birçok çatı üzeri GES yatırımcısının “enerji krizleri korkusuyla” özerk enerji modeline girmek istemesi nedeniyle beklenenin tam tersi bir refleks güderek kendi ihtiyacını karşılamaya yönelik Güneş enerjisi santral kurma iştahının artması da söz konusu olabilir. Ama bunun salgının Türkiye’de başladığı kabul edilen mart ayı ve sonrasındaki üç aylık süreçte “pusuya yat ve bekle” stratejisi gereği sadece başvuru ve proje onayı aşamasında kalması da mümkün görünüyor. Nitekim görüştüğüm bazı dağıtım firması yetkilileri salgına rağmen lisanssız GES başvurularının hız kesmeden sürdüğünü belirtmiş bulunmakta.
Tabi bu olası ara “bekleme” döneminde doğru stratejilerle küçülme politikası gütmeyen ya da devletçe desteklenmeyen her firmanın başına geleceği gibi güneş paneli üreticilerimizin de kötü bir şekilde etkilenme olasılığı söz konusu. Doğrudan Çin’e ve hatta salgının başladığı bölgelerle (Wuhan) ticaret ağları yüksek olan yerli güneş paneli üreticilerimizin hammadde tedarikinde sıkıntı yaşamamalarının imkânsız olduğunu düşünüyorum.
Kaldı ki bugün yerel hiçbir makine grubu olmayan üreticilerimizin, her ne kadar yerli usta ve mühendislerimize sonsuz bir güven duysak da ciddi bir makine bakımı ve tamiri gerektiğinde “Çin”li mühendisleri uzunca bir süre getirmelerinin mümkün olmadığı da aşikâr. Umarım özellikle hücre dizgi üniteleri gibi yazılım ve otomasyona dayalı ve uzaktan şifrelenebilir, “mandarince” kodlanmış makinelerin müdahalesinde yeterince yetişmiş mühendislerimiz ve teknisyenlerimiz başarılı olabilirler.
Fotovoltaik Enerji üretiminde Siber Güvenlik Açığı: İnvertörler
Ayrıca invertör üretiminde bariz Çin hakimiyeti de tamamlanmak üzere olan ya da yapılması planlanan tesislerin akıbetinde belli başlı sorunlara yol açabilecektir. Bu zamana kadar yerli invertör üretiminde bir arpa boyu kadar yol alınmamasının olası etkilerini şimdi daha net anlayabileceğimizi ve şapkayı önümüze koyup sorgulamaya başlayacağımızı düşünüyorum. “Çin Malı ama çohğ eyyi” demekle teknolojinin kontrolünün sağlanmadığını, kapalı kaynak yazılım temelli cihazlar olması hasebiyle kontrolünün özel portallarla yapılabileceğini, invertörlerin enerjinin siber güvenliğinde önemli bir açık teşkil ettiğini ve buna yönelik üreticilerin aksi yönde hiçbir garanti sunmadıklarını bir kez daha hatırlamış olalım. “Yerli Malı iyi midir acaba” şeklinde düşünene kadar sırf desteklemek için dahi yerli üreticinden mal almazsan, yarın öbür gün invertörünü tamir edecek tezgâh bile bulamazsın “— demeğe de dilim varmıyor ama — ama “kabahatin çoğu senin canım kardeşim”[5].
Kabustan Uyanış
Her şey bir öksürükle bitebilir. Göbeklitepe kalıntılarına göre tarım veya benzeri bir yeteneğe sahip medeniyetin oluşumu olan 12.000 yıl öncesinden bu yana insanoğlu çeşitli türsel felaketler yaşadı ve eğer ayakta kalmaya devam ederse bu felaketleri yaşamaya devam edecek. MÖ 430 yılında Atina nüfusunun %20 azalmasın neden olan “Çiçek Hastalığı Salgını”, MS 541 yılında yaklaşık 50 milyon kişinin ölümünde sorumlu Justinian Vebası, 1334 yılında yaşanan 25 milyon insanın ölümüne neden olan “Büyük Londra Vebası-Kara Ölüm”, Amerika kıtası kaşiflerinden Hernando Cortes’in(1519) adım atmasıyla Aztek Uygarlığı ve bağlı nüfusundan 23 milyon insanı yok eden “Meksika Çiçek Hastalığı salgını”, 20 Milyon insanın ölümüne yol açtığı düşünülen “Massachusetts çiçek hastalığı salgını(1633)”, Çin, Hindistan ve Hong Kong’ta 12 Milyon insanı tarihten silen 1860 tarihli “Çin Veba Salgını”, Birinci Dünya savaşında 21 milyon tescilli 50 milyon tahmini can alarak savaştan çok insanın canını alan “İspanyol Gribi (1918)”, 1952 yılında binlerce çocuğun hayatını silen “Çocuk Felci Salgını”, 1984 yılından bu yana 35 milyonun canını alıp hala can almaya devam eden “AIDS”, “SARS I(2003)”, 575.000 ölüme yol açan “Domuz Gribi (H1N)”, Batı Afrika “Ebola Salgını (2014)”, “Zika Virüsü (2016)”, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi derken yüzlerce yıldır insanlığın peşini bırakmamış Sarıhumma, Kolera, tifo, tüberküloz ve kayıtlarda göremediğimiz yüksek öldürücülüğü nedeniyle asla ne olduğunu öğrenemeyeceğimiz epidemiler, pandemiler…
Tarihimiz hastalıklarla, salgınlarla yazılmış ve insanlık kendini her seferinde farklı bir formda kurgulamış, farklı bir yapıya bürünmüş, kiminde gerilerken kiminde ilerlemiş; ama her seferinde ayakta kalmayı başarmış. Muhtemelen bu habis salgını da atlatacak ve kaldığı yerden olmasa bile bir yerlerden başlayacak. İşte o başladığımız yerin kâbus sonrası “neredeyim ben”, “doğru yerde mi uyandım” sorularıyla dolu olmaması için rüyaları yönetebildiğimiz gibi kâbusları da yönetebilmemiz ve “lucid[6] bir kâbus” yaşamamız lazım. Temiz bir gelecek için birlik olmak, bencilliğini sadece kendi bedenimizi sağlıklı tutabilmek için kullanmak, hayatı paylaşmak ve acıları yaşayan insanların elinden tutmak, savaşları sona erdirmek, kimseyi bir şeylerin sorumlusu olarak suçlamamak, küslükleri bitirmek, yarınları herkes için güzel ve eşit koşullarla inşa etmek için mücadele etmek, gidenlere saygı duymak, kalanlara sıkı sıkıya sarılmak lazım. Hayat bu gelip geçecek elbet, ama hayat ziyanmış deyip gitmemek, vazgeçmemek gerek.
Elazığ doğumlu İzmir’li Anıl Acar, Nam-ı değer Gazapizm’in de dediği gibi;
Unutulacak dünler,
Yaşanılacak günler var.
Öyle günler var,İnan!
Yalanmış ziyanmış hayat deyip gitme
[1] Mizah: https://twitter.com/barissanli/status/1243458684468027392
[2] 7226 Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Madde 26: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200326M1-1.htm
[3] https://www.enerjiportali.com/donmez-lisanssiz-kurulu-gucun-yuzde-92si-geslerden/
[4] https://www.forbes.com/sites/jeffmcmahon/2020/03/24/chinas-covid-19-lockdown-crushed-every-other-form-of-energy-generation-but-solar-grew/?subId3=xid:fr1585050106848jjh#789f1f952370
[5] Şiir; Dünyanın en tuhaf mahluku, Nazım Hikmet Ran,
[6] Rüya gördüğünüz zaman rüyada olduğunuzun farkına varmanız durumuna Lucid Rüya adı verilir.