“Elazığ’da yaşanan elim felakette yaşamını yitiren tüm insanlarımıza Hak’tan rahmet, kalanlara başsağlığı diliyorum.”
Bir Türk bir Japon’dan daha akıllıdır ama iki Türk iki Japon’dan daha akıllı değildir..-(Bir Japon Atasözü)
Şurippaklı Ubar-Tutu’nun oğlu, evi sök. Bir gemi yap …. Canını kurtar! Canlı yaratıkların her türünden geminin içine yükle. Yapacağın geminin her yanı boda bir ölçüde olsun. Onun eni ve boyu bir ölçüde olsun. Yağmura karşı onun her yanına bir çatı kur!” (Gılgamış Destanı)
Doğa her geçen gün farklı bir yüzünü gösterir insana. Medeniyet kayıtlarının tutulmaya başlandığı 6000 yıl öncesinden bugüne birçok olayla yüz yüze kalmıştır insanoğlu. M.Ö. 1800 yıllarında yazıldığı tahmin edilen ve Dünyanın ilk yazılı edebiyat eserlerinden biri olan “Gılgamış Destanı” nda, ölümsüzlüğü arayan Uruk kralı Gılgamış’ın, TUFAN’dan kurtularak ölümsüzlükle ödüllendirilen “Ziusudra (Utnapiştim)”yla Tufan hakkındaki diyalogları geçer. Bu öykü hepimize bir yerden çok tanıdık gelir. Tufan için özel bir gemi inşa eden Ziusudra, yeryüzü sular altında kaldığında bu gemiyle kavmini ve yeryüzünden topladığı birer çift yabanıl ve evcil hayvanı kurtardığını anlatır. Tufan sona erdirdikten sonra, gemisi yeryüzünün en yüksek dağında karaya oturur ve suların çekilmesini bekler. Bekleyişinin 7. Gününde güvercin, karga ve kırlangıcı salar, güvercin ve kırlangıç konacak yer bulamaz, karga ise ağzında kuru bir kara parçasıyla gelir ve yeryüzü Ziusudra önderliğinde yeniden insan egemenliğine geçer. Bu kadim öykü insanoğlunun felaketler karşısında çaresizliğini ve bir o kadar da bulabileceği çareleri anlatması bakımından büyük önem taşır.
Bu felaketlerden en büyüğü ve en çaresiz kaldığımız hali depremlerdir. Anadolu’nun bağrından çıkan antik Yunan mitolojisinde Deniz tanrısı Poseiodon, üç çatallı mızrağını yere sapladığında yer yerinden oynadığı ve insanların tutunacak yer bulamadığı anlatılır. Antik Yunanlılarca o zamanlar deniz olarak bildikleri yerin sadece Akdeniz olduğu düşünüldüğünde “Akdeniz Tanrısı”, hatta “Ege Tanrısı” Poseidon’u kızdırmak istemediklerini ve denizin büyüklüğü karşısında çaresizce ona yalvardıklarını anlayabililiyoruz. Antik Yunanlılar tarih sahnesinden silinmeye ve orta asya’dan gelen Türkler ve diğer kavimlerle Anadolu yeniden yoğrulmaya başlandıktan sonra; Altay dağlarından gelen kadim öykülerden depremin oluş nedenini izah etmeye çalışır insanlar. “Dünyanın kenarlarına koşulmuş, “dört gök öküz”, dümdüz tabağa benzeyen dünyayı tutar ve dört gök öküz kıpırdandığında deprem olur”. Depremi yakından tanıyan Güney Amerika ülkeleri, Yeni Zelanda, İtalya ve Japonya gibi ülkelerin de buna benzer nice öyküleri, mitolojileri mevcut. Japonya’da Godzilla veya dev kedi balığı mitolojisi, Finlandiya’da Tanrı Loki’nin (Avengers Serisinden tanırsınız) kızgınlıkları vb. depremlerin nedeni olarak görülmüştür.
Tabi yıllar geçtikçe Teknoloji ve bilgeliğimiz ilerlemiş ve depremin tam olarak ne olduğunu anlamışız. Depremi “yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması olayı olarak tanımlamışız. Hatta daha ileriye giderek depremden enerji üretmenin yollarını bile aramışız. Örneğin, muazzam bir potansiyel (kinetik) enerji içeren depremlerden enerji üretmek sorusuyla karşılaşmanız bile gayet olağan bu günlerde. Cevabı da bir hayli ilginç; “Tektonik enerjiden nasıl yararlanacağımız büyük sorudur. Bunun bir yolu, bilinen fay hatları boyunca yeraltında piezoelektrik yoluyla elektrik aktarabilen kuvars kristallerinin dizilmesini içerir. Tektonik plakalar değiştiğinde, kristaller topladıkları enerjiyi daha sonra kullanmak üzere şebekeye bağlı bir depolama ortamına aktarabilirler. Ancak bu pek de pratik değil, çünkü depremler nadiren enerji hasatçılarının donanımlarını kurduğu noktalarda öngörülebilir bir şekilde gerçekleşiyor. Ayrıca, fay hatları Dünya yüzeyinin derinliklerinden daha aşağı akma eğilimindedir, Fay hatları genellikle dünya yüzeyinin derinliklerinde de uzanır. Bu yüzden bir kuvars kristalleri ağı oluşturduğunuzda, şaftları kazmanız ve bunları şimdiye kadar insanların yaptıklarının çok ötesine geçecek şekilde yeraltına bağlamanız gerekir.”[1] Sonuç itibariyle bir hayli ütopik düşünceler var olsa da insanoğlunun hayal gücünün sınırı yok; ama deprem gibi doğa olayları karşısında çaresizliğinin bir sınırı olmalıdır. Şimdilik akıl ve bilim buna yön vermek için var gücüyle çalışıyor.
Üstün Akıl ve Bilime Rağmen Çaresizliğin Diğer Adı: Fukuşima
Buna rağmen Akıl ve bilimin üstün tutulduğu Japonya gibi bir ülkede dahi insanoğlunun ne kadar çaresiz kalabildiğini hatırlatmak isterim. Depremler konusunda doktora seviyesinde bir uzmanlığa sahip Japonya’nın 9 (Mw=Moment Magnitüd Ölçeği) şiddetinde bir deprem sonrası sadece kendilerini değil, tüm dünyayı etkileyebilecek bir felaketin eşiğinden döneceğini kim bilebilirdi ki. 2011 yılında yaşanan ve Japonya’nın Kuzeydoğusunu etkisine alan Tohoku depremiyle; Sendai’de 70 bin insan tahliye edilirken, tsunami sonrası binlerce ceset toplandı, Kesennuma şehrinin üçte biri sular altında kaldı, arabalar, trenler, gemiler ve hatta şehirler yok oldu. 18.000 insanın ölümüyle sonuçlanan bu korkunç deprem ve ardından gelen muazzam “tsunami”; TEPCO(Tokyo Elektricity Power Company-Bir nevi EDAŞ) tarafından işletilen “ Fukuşima 1 Nükleer Santrali”nin de sonunu getirmiştir. 11 Mart 2011’i sıradan bir günden ayıran en temel özellik insanın elinde olmayan doğal güçler karşısında, insanın yönettiği yapay doğanın mücadelesinin birleşik bir felaketler zincirine dönüşebileceği gerçeğini öğrenmesi oldu.
Toplam kurulu gücü 4600 MW civarı olan bu tesis, 6 adet reaktörden (aslında 8 reaktör ama depremden sonra planlanan 2 reaktör hayata geçmedi) oluşmaktaydı. Ve 1971 yılından beridir kademeli olarak hayata geçen reaktörler, o tarihten bu yana sorunsuz bir şekilde enerji üretmekteydi. Depremlere alışık olan Japon’ların bu Nükleer tesisinde de tıpkı diğer tesislerinde olduğu gibi “yer hareketleri olması durumunda sistemi güvenle kapatabilme için devreye giren otomatik sistemler” mevcuttur. Aslında 9 şiddetinde depreme karşı işler durumda olan bu sistemlerden dolayı deprem anında çalışan 3 reaktör anında otomatik olarak kapanmıştır. Lakin otomatik kapanması demek, reaktörlerin soğutulması da demek oluyordu. Bu nedenle reaktörleri soğutmak için “yardımcı atık ısı uzaklaştırma soğutma sistemi” devreye girer. Bu sistem ise elektrikle çalışan pompalar kullanıyordu. Ana güç deprem nedeniyle gidince bu pompaları çalıştıran “dizel jenaratörler” devreye girer ve yaklaşık 1 saat boyunca reaktörlerin soğutma işlemi sağlanır. Lakin okyanusun suları yaklaşmaktadır, depremin neden olduğu tsunami kimsenin hayal edemeyeceği bir boyutta Nükleer santrali, 6 metre yüksekliğinde tsunamilere göre tasarlanmış, duvarlarına çarpar ve Santral suya gömülmeye başlar. Bu nedenle Soğutma sistemini çalıştıran “aslında su geçirmemesi gereken” (Ders 1: Su Geçirmez ve sağlam jeneratörler ve/veya ek batarya sistemi) dizel jeneratörler su basması sonucu devre dışı kalır. Tüm Elektrik şebekesi çöker ve kararma-blackout- meydana gelir. 3 ünitede soğutma sistemleri bir nevi devre dışı kaldığı için aşırı ısınmalar başlar. Öncelikle 1. Ünitede soğutma kaybı yaşanır, 2. ve 3. ünitelerde soğutmanın sürebildiği gözlenmiştir. Depremden 4 saat sonra 1. Ünitede çekirdek hasarları yani “ergime” başlar. 11. Saatten itibaren 1. Reaktörün basınç kabı hasar görür. Tsunami nedeniyle mobil jeneratörlerin kısa sürede ulaşamaması (Ders 2. Bir Nükleer Santralin yakınında yöresinde Felaket planlarına uygun tasarımlı mobil Jeneratörler olmalı) ve şebeke hasarlarının giderilememesi nedeniyle soğutmaya bir türlü başlanamaz. Depremden 15 saat sonra tatlı su yangın pompaları devreye sokulur ve reaktörler soğutulmaya çalışılır. Ama işte işin tehlikeli kısmı başlamıştır. Yakıtların soğutulması geciktikçe paslanma süreci hızlanmış ve basınç kabında büyük miktarda hidrojen üretimi oluşmuştur. 25. Saate ulaşıldığında ilkin; 1. Reaktör (ünite) ve 3. Reaktör hidrojen nedeniyle patlar. 2. Reaktörün de teyit edilmese bile bu şekilde patlamış olduğu düşünülüyor. (Ders 3. Hidrojenin basınç kabından tahliyesine yönelik “güce dayalı olmayan” bir sistem geliştirilmelidir, tahliye edilen hidrojenin reaktör binasında birikmemesi için borulama sistemi yapılmalıdır. Hidrojen üretimine sebep olan ve paslanma olasılığı yüksek olan yakıt çubuğu kaplama malzemesi olarak Zirkonyum değil de Silisyum Karbür vb. yeni teknolojiler kullanılmalıdır.) Bu patlamalar sonrası Santral Müdürü “Masao Yoshida”[2]; santral işletmecisi TEPCO’nun yönetim kurulu kararına karşı çıkarak deniz suyuyla soğutma işlemini başlatır. TEPCO yetkilikeri nükleer santralin deniz suyuyla soğutulduğu takdirde kullanılmaz hale geleceği ve maddi zararlara yol açacağı endişesiyle ona engel olmaya kalksalar da; bu kararıyla Japonya’yı ve dolayısıyla dünyamızı daha büyük bir felaketten kurtardığı düşünülüyor.[3] Masao Yoshida, bu davranışıyla Japonya halkınca kahraman olarak kabul edilmiştir. Kendisi muhtemelen radyasyona bizzat maruz kalması nedeniyle edindiği gırtlak kanseri bahanesiyle ilgili müdürlük görevini bırakıp, kazadan 9 ay sonra emekli oluyor ve kazadan 2 yıl sonra hayata gözlerini yumuyor. Kazanın sürecine devam edecek olursak yaklaşık 11 gün sonra santrale tesis dışı elektrik verilebiliyor ve 14-15. Günden itibaren tatlı su ile soğutma işlemlerine devam ediliyor.[4] 12 Nisan 2011 tarihinde INES [International Nuclear and Radiological Event Scale (INES)]- Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay Ölçeği’ne ölçeklendirme birimine göre söz konusu kaza seviye 7. kaza sınıfına alınarak Çernobil’le eşdeğer bir kaza olarak nitelendirilmiştir.[5]
20-50 km çapında bir alandan 78.000 insan tahliye edilmiş ve tarihin en karanlık olaylarından biri televizyondan izlenerek kısa bir süre sonra dünyanın geri kalanınca unutulmaya başlanmıştır. Lakin Japonya bu durumdan “akıl ve bilim” le yaşayan bir ülke oldukları için büyük bir ders çıkarmış. 2011’de yaşanan Fukuşima nükleer felaketinden sonra Japonya işlettiği 54 reaktörün 21’ini kapatmış, yeni kanunlara uyum sağlayan 33 rektörün çalışmasına ruhsat verilmiştir.[6] Almanya gibi yine “aklın ve bilim” in ölçek olduğu ülke de eski tip nükleer santrallerin tamamının kapatılmasına karar verildi. Çin, Hindistan, Fransa gibi ülkelerde Nükleer Santral inşaatı tam gaz devam ederken, ABD’de ise ciddi düzenlemeler ve güvenlik analizleri yapılarak tüm santraller elden geçirilmiştir.
Bir Nükleer Fantezisi: Akkuyu NGS
Türkiye’de 2025 yılında devreye girmesi planlanan 4800 MW kurulu güce sahip Akkuyu Nükleer Santraliyle ilgili çalışmalar “Akkuyu Nükleer A.Ş.” tarafından yürütülmektedir. Söz konusu tesis “Yap, Sahip Ol, İşlet” modeliyle, %100 Rusya Sermayesiyle , 20 Milyar Dolarlık bir yatırım teşvik desteği (kendi paralarıyla ama bazı iktisadi desteklerle yapıyorlar) ve arazi tahsisiyle yapılmaktadır. İşin iktisadi yapısı şunu söylüyor, aslında söz konusu tesis tamamen bir Rus devlet (%75 hissesiyle Rusatom Energo International A.Ş.) yatırımı. [7] Yetki dağılımına baktığımızda eski BİM (market) kurucusu Cüneyd Zapsu dışında başka bir Türk üye görünmüyor. Tesis her biri 1200 MW gücünde VVER-1200 modeli olarak adlandırılan 4 adet reaktörden oluşacak. Bu reaktörler Rusların 1960’larda dünyaya sunduğu “nükleer kalaşnikofu”. Rusçası Vodo-Vodyanoi Energetichesky Reaktor, yani Türkçesi “Su-Su Enerji reaktörü” olan; su soğutmalı ve yönetmeli basınçlı su reaktörleri (PWR-Pressured Water Reaktör) serisidir. En son modelleri 1300 MW gücüne ulaşabiliyor. Akkuyu’da uygulanacak VVER-1200 modelinin bu aralar Rusya Nowoworenesch (2 Reaktör- Devreye giriş 2017 ve Kasım 2019- maliyet ünite başı 5 Milyar Dolar) ve Rusya- Leningrad II (2 Reaktör-:Devreye Giriş 2018-2019- Maliyet ünite başı 5 Milyar dolar) santrallerinde yenice kullanılmaya başlandığını ve hatta prototip sayılabilecek bir konumda olduğunu biliyoruz. Bu model reaktörlerin kullanım ömrü 60 yıl olarak belirlenmiş. Bir önceki modeline göre sağladığı en önemli yenilik ise “yüksek hızlı buhar tribünü” barındırmasıdır. Bunun dışında büyük çaplı çift katmanlı, reaktör kabı, daha verimli kullanılabilen yakıt çubukları ve proje katılımcısı ve hissedar ekibin (Türkiye’li katılımcısı yüklenici konsorsiyum) hariç Çin, Hindistan, Bulgaristan, Rusya ve Macaristan’da olmak üzere Akkuyu benzeri 7 Adet Santral yapım deneyimi mevcut. 3. Jenerasyon dediğimiz VVER 1000 serisi ve üst modeli bu reaktörlerden ise dünya çapında, en eskisi 1984 yılında Ukrayna’da Saporischschja-1 Santralinde kullanılmaya başlayan VVER 1000-320 modeli olan, çoğunluğu eski doğu bloğu ülkeleri ve Asya ülkelerinde 55.000MW civarı kurulu güçte tesis var olup, yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Araştırmalarım doğrultusunda bugüne kadar bu tesislerle ilgili olumsuz bir durum yaşandığı gözlemlenmemiştir.
Ama karşımızda güvenlik önlemleri konusunda pek bir açıklama yapılmayan ve deprem kuşağının zirvesinde yaşayan ülkemizde ne tür önlemler alınacağı ya da alındığı üstün körü aktarılan bir nükleer santral mevcut. Fukuşima’da doğanın acımasızlığı karşısında işe yaramadığı ispat edilen; basınçlı su soğutma sistemleri devre dışı kalırsa, turbo jenaratörler çalışır, o da olmazsa dizel motorlar devreye girer düşüncesi yani 3’lü güvenlik düzeneğiyle mi tasarlandı herhangi bir açıklama yok. Sadece ilgili tesisin sıkça sorulan sorular bölümünde şöyle bir açıklama mevcut: “NGS’lerde (Nükleer Güç Santrallerinde) derinlemesine güvenlik (çok kademeli emniyet) sistemi ve yenilikler: tuzak sistemi ve NGS’de elektrik kesildiğinde reaktörü kapatan, pasif ısı giderme sistemi gibi sistemler uygulanmıştır. Bu sistemler, Akkuyu NGS dahil olmak üzere Rus uzmanları tarafından projelendirilen tüm NGS’lerde mevcuttur. Fukushima NGS’de ise bu emniyet kademeleri yoktu.”[8] Ben mi yanlış anlıyorum; yoksa Fukuşima’da ki ısı giderme sisteminden farkını hiç bir şekilde açıklayabilen bir açıklama mı yok ortada? Her ne kadar “matruşka” tipi bir güvenlik sistemi kurguladıklarını ve matruşkanın en dışında bulunan beton dış koruyucu kabın; deprem, hortum, kasırga, toz fırtınaları, hava şokları ve hatta uçak düşmesi gibi her türlü dış etkilere karşı dayanıklı olduğunu belirtseler de, bu emniyet hususu özellikle Türkiye gibi deprem kuşağı bir ülkede “deprem” ekseninde detaylıca ele alınıp, kamuoyu aydınlatılmalıdır diye düşünüyorum.
Nükleer Enerji Türkiye’de uzman bulması en zor alanlardan biri ve her geçen gün enerji ihtiyacı artan bir ülke olarak bu tarz teknolojilerin pratik uygulamalarında insangücü ve uzman yetiştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar fizyon teknolojileri bu bahsettiğim tehlikeleri içerse de; “füzyon” gibi daha az tehlike içerdiği düşünülen ve gelecekte önemli yer edinecek teknolojilerin varlığı da nükleer enerji alanında uzman yetiştirme açlığımızı arttıyor. Güvenlik konusunda teknolojilerin nükleer alanında da hızlı bir şekilde değiştiği bir dönemdeyiz, Nükleer teknoloji görece çok yavaş ilerleyen; ama büyük değişimlerin önünü açabilecek ve insaoğlunun “şimdilik” gezegenler arası seyahat edebilmek için kullanabileceği ve hatta Sümerli Ziusudra’nın bugün ya da gelecekte yaşasa (!) güneş sistemini terk edebilmek için inşaa edeceği gemisinde kullanabileceği, bildiği tek yüksek verimli ve güçlü teknoloji. [Evet az önce gezegenden kaçış planını açıkladım]
Yoğunluklu olarak Fukuşima (BWR-Kaynatılmış Su Reaktörü) ve Çernobil’de (PWR-Basınçlı Su Reaktörü) de gördüğümüz “hafif su reaktör” teknolojili sistemler kullanılan dünyamızda “gaz soğutmalı yüksek sıcaklık” reaktörlerine yönelik gelişmelerle daha verimli ve güvenilir teknolojilerin kullanılmaya başlanabileceği ön görülüyor. Nükleer yakıttan yararlanma oranları “yanma oranlarında” istenilen verime ulaşamadığı için %7 seviyelerinde kalmaktadır ve bu yakıt veriminde daha ilerlenmesi gereken çok fazla mesafe olduğu fikrini akıllara getiriyor. Ayrıca malzeme mühendisliğindeki ilerlemelerle özellikle yakıt çubuklarında yaşanan çabuk bozunum, çatlak, korozyon nedeniyle oluşabilecek radyoaktif sızıntılardan dolayı, çubuk kaplaması (zarflama) için zirkonyum yerine Silisyum Karbür (SiC) vb. özel dayanımlı malzemesi kullanılması söz konusudur. Açıkçası Nükleer Enerji daha sayamadığım bir çok yeniliğe gebe bir alan ve ilerisi için net bir şeyler kestirmek çok zor.
Sonuç olarak nükleer teknoloji aslında bir korku filmi gibi sonu iyi de bitebilir kötü de, o yüzden oyumu çekimser yönde kullanıyorum.
Elazığ’da 24 Ocak’ta yaşadığımız son felaket ülkemizde bir çok şeyi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koysa da, zamanın akışında kendi kendimize verdiğimiz bir çok sözü unuttuğumuz gibi hatalarımızı unutmaya devam edeceğiz. Yine depremler can alacak, savaşlar sürecek, felaketlerle insanlık sil baştan sınanacak; fakat zaman durmadan akıp geçecek. Daha iyiye gittiğini düşünüyorum ya da öyle olsun istiyorum. İnsanlık olarak mücadelemiz temiz ve güzel bir gelecek inşa etmek olmalı, o yüzden birey olarak etrafımızda olan iyi ya da kötü her şeyden bir ders, bir ödev çıkarmalıyız. Çareler üretmek ve yer yüzünde mutluluk için çalışmak gayemiz olmalı, insanlığın sorunlar karşısında azmi bugüne kadar bir çok şeyi yendiği gibi doğa olaylarının yıkıcılığını ve yapay yarattığımız sorunların yok ediciliğine son verecektir diye umut ediyorum. Hatta nükleer teknolojinin bizzat depremler gibi büyük felaketlerin yok edilmesi için kullanılabilecek bir enerji yaratım gücü olarak kullanılabileceğine dair ütopik bir umudum dahi var. Hayat iyinin ve kötünün, hayır ve şerrin, aydınlık ve karanlığın bir harmonisi gibi; önemli olan dengeyi sağlamak. Tek bir fikre körü körüne bağlanıp inanmaktansa sonsuzluğa giden yolda her şeyin her ayrıntısını düşünerek “iyi” ye bir adım daha atmalı ve potansiyelleri aktüele çevirmeliyiz. Assos’ta (ya da Behramkale’de) yaşamış olan Aristo’da bunu isterdi…
[1] https://www.scientificamerican.com/article/could-we-harness-energy-from-earthquakes/
[2] https://www.haberturk.com/dunya/haber/859216-kahraman-olarak-oldu
[3] https://www.businessinsider.com/masao-yoshida-fukishima-hero-dies-of-chancer-2013-7
[4] https://www.world-nuclear.org/information-library/safety-and-security/safety-of-plants/fukushima-accident.aspx
[5] https://www.world-nuclear-news.org/RS_Fukushima_moved_to_Level_7_1204111.html
[6] https://tr.euronews.com/2019/09/19/fukusima-nukleer-felaketinin-ardindan-ihmalkarlikla-suclanan-3-japon-yonetici-aklandi
[7] Hissedar Yapısını şuradan inceleyebilirsiniz: http://www.akkuyu.com/sirketin-tarihcesi